"1955 Sinop/Saraydüzü /
Cumakayalı Gürlen Mahallesinde doğdum. İlkokulu Köyümde, Ortaokul ve
Liseyi Kastamonu Göl Öğretmen Lisesinde, yüksek Okulu ise İstanbul
Atatürk Eğitim Enstitüsü (Marmara Üniversitesi) Müzik Bölümünden mezun
oldum. Yazları özel turizm sektöründe çalıştım. 1977 İst. Sümerbank
Bölge Müdürlüğünde Memur, 1980 Yılında Gaziantep, 1985 Yılında Amasya
Suluova Lisesi Müzik Öğretmenliği, 1990 Sinop Merkez HEM ve ASO
Müdürlüğü, 1991 Sinop Erfelek HEM ve ASO Müdürlüğü, 2003 den bu yana da
Sinop İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak görev yapmaktayım.
Evliyim ve biri erkek, biri kız olmak üzere iki evlat sahibiyim."
Cumakayalı
Elli beş senesinde üzüm pekmezi yapımı zamanında Boyabat’ın (şimdi
Saraydüzü ilçesine bağlı) Cumakayalı köyünde doğmuşum. Çocukluğuma dair
hatırladıklarım pek azdır. Ama ilk gençlik yıllarımda hafızamdan
silinmeyen fotoğraf da az değil. Ekonomik sebeplere sık sık öğretmen
değişikliği de eklenince çalkantılı bir ilkokul tahsilim oldu. Ailenin
ilk çocuğu oluşumdan sorumluluklar da vardı omzumda.
Babamın maddi durumu iyi değil. Köyde hayat zor, mal melal da az. Köy
işleri zaten yorucu. Peki ne yapmalı? Herkesin yaptığını yapmalı. Herkes
gibi babam da gurbete gider, oralarda yatılı yemekli bulduğu işte
çalışır. Bir hastane olur ya da okulda, genelde temizlikle ilgili işler.
Köy işi çok ağır ve yorucu, temizlik işi de hafif olduğundan, yeme içme
de bolsa keyfe diyecek kalmaz. Köy yerinde çalışanlara göre çok da para
biriktirilir. Bir de çoluk çocuk hasreti olmasa. Eş, çocuklar onu
beklerken arada para gönderir eve. Gurbete çıkarken geride bıraktıkları
artık köyün iyi geçimlileri arasına girer.
İstanbul
Bir taraftan da köyde yetişen çocuklar İstanbul gurbetine peyderpey
çekilmektedir. Gelen oğul ya demirci ya da tamirci çırağı olacaktır.
Eğer o işler zor geliyorsa lokantada bulaşıkçı, vs. Ekmek ve yatak iş
yerindense, baba da biraz uyanıksa elde avuçtaki ile hemen bir arsa
alınır. Derme çatma bir gecekondu yapılır. Buna güç yetmiyorsa kiralanır
gecekondu. Sıra köyde geride kalan eş ve çocukları getirmeye İstanbul’a
taşımaya gelir. Çocuklar küçükse, babayla beraber geçinmeye anne de
katkıda bulunur. O da, temizliğe, gündeliğe gider. Alınan üç beş kuruş
eve ocağa yatırılır. O yıllarda Anadolu’nun hangi köyünden gurbete
gidilirse gidilsin üç aşağı beş yukarı çoğunun serüveni böyledir ama
bizimki böyle olmadı. Babam gurbette bir ev sahibi olabilenlerden
değildi ve annemi, kardeşlerimi İstanbul’a getirmemişti.
Altmışlı yılların sonu. Ben de geride beş kardeş bırakıp İstanbul’a
babamın peşine gittim. Babam o zaman Kabataş Erkek Lisesinde hizmetli.
Ben de birçok işer girdim çıktım. İlk olarak Dolapdere’de buzdolabı
imalatçısı, aynı muhitte oto boyacısı, Aksaray’da pastane, Ortaköy’de ve
Üsküdar’da lokanta, Büyükada’da otel derken üç beş yıl geçti. Bana hısım
akrabanın yanında kalmak da çok zor geliyor. İstanbul dar geliyor. Peki
ne yapmalı? Ankara’da halam var. Ankara’yı da mı denemem gerekiyordu ne!
Ankara
Bir sonbaharda Ankara’ya Halamın yanına gittim. Ankara, aynı serüvenin
bir parçası oldu. Ankara Kızılay’da bir lokanta’da iş buldum. İş zor.
Patron çok cimri. Satılan yemekler bozulmaya yüz tutmadan personele
verilmiyor. Yumurtalı ıspanak hele bir kokacak, sonra personele öyle
verilecek. Bozulmuş yumurtanın kokusunu çoğu kişi bilir. İş yerinin
karşısında bir pastane vardı, adı da Üsküdar Pastanesi. Adını sevdiğim
pastane, ne güzel bir ad! Üsküdar. Ben İstanbul’da sıkılmıştım ya; başka
çareler arıyordum ya! Allah bana öyle bir ceza verdi ki: “Sen İstanbul’u
sevmiyor musun? Al sana ceza olarak Ankara…” Hani Yahya Kemal’e
sormuşlar: “Üstat, Ankara’nın nesini beğeniyorsun?” Cevap: “İstanbul’a
dönmesini!”
O kış çok çetin geçti. Halamın evinde camekan gibi soba yakılmayan bir
odanın sedirinde yatıyorum. Küçücük bir yorgan. Göğsüme çeksem ayaklarım
açık, ayaklarımı örtsem göğsüm açık. Halama üç beş yardım da edemiyorum.
Çocukları da küçük. Eniştemin köyden geleni gideni de bitmiyor. Ben de
adamakıllı onlara yük oluyorum. Artık dayanılmaz olmaya başlamıştı. Tek
tesellim o zamanki adı Ankara Yüksek Öğretmen Okulu, şimdiki Gazi’de
amcamın oğlu bir ağabeyim. Daraldıkça ve öğrenci olaylarından fırsat
buldukça onun yanına gidiyor, dertleşiyorum. O da olaylardan okulu
bırakma aşamasına gelmiş. Öğretmen okulundan seçilerek gittiği için geri
eski okuluna dönüp sınavlara girerek öğretmenliğe başlamak istiyor.
Mart ayı geldi. Ağabeyim beni karşısına aldı. Çektiğim çileyi bildiği
için; “Haydi senle kalkıp köye gidelim. Ben ilkokul öğretmenliğine
geçeceğim. Seni çalıştırırım. Öğretmen okulu sınavlarına girersin,
kazanırsın. Okur, bu işlerden kurtulursun.”dedi. Ağabeyim,
arkadaşlarıyla diyalogu, kılığı-kıyafeti, konuşması, davranışları ile
özendiğim biri idi. Okursam onun gibi ben de kılığı kıyafeti düzgün,
konuşması etkileyici biri olacak, çalıştığım lokantaların pis kokusundan
kurtulacaktım. Kararı birlikte verdik.
Ankara’dan Boyabat’a araba gündüzün saat dört, dört buçuk gibi
kalkıyordu eskiden. Ben akşam saatlerinde kaçtım işten. Ama otobüsün
kalkış saatini kaçırmıştım. Artık kararım karardı. Bu Ankara’da daha bir
saat bile kalmayıp, bir an önce köye varmalıydım. O akşam Kastamonu’ya
otobüs buldum. Oraya kadar gittim. İstanbul’dan gelecek olan Boyabat
otobüsünü bekleyecektim. Otobüsün gelmesine çok zaman olduğundan otelde
sabahladım. Otobüs sabah geldi. Ben sağlıcakla köyüme ulaştım.
Köye dönüş
Ağabeyim birkaç gün sonra Göl İlköğretmen Okulunda işini bitirdi, köye
geldi. Beni çalıştırmaya başladı. Öyle bir ders çalışma ki nereye gitsek
ikimiz bir, ikiz gibi. Bu arada köy işlerinden de geri kalmıyoruz. Bir,
bir buçuk ay sonra Ağabeyimin tayini Ankara’nın bir köyüne çıktı. O
artık yolcu, gidecek. Ben ne olacağım diye kara kara düşünüyorum.
Ağabeyimle ikimiz gideceğiz. Fakat ikimiz bilmediğimiz köylerde aç sefil
kalırız diye, babam ikimizi göndermek istemiyor. Amcam iki evli. Babam
bizim yanımızda yengemin de gitmesini istiyor. Amcamsa yengem köyde çok
işe yaradığı için köyden bir kişinin gitmesini köy işlerinin aksaması
olarak görüyor, yengemi göndermiyor. Amcam neredeyse işlerin iyi
yürümesi için bir evlilik daha yapacak. Arada babama da kızıyor. “Sen
bir hanımla kaldın, beceriksiz, şimdi bir hanım fazla olsaydı, onu
katardık yanlarına” diyerek babama çıkışıyor.
Ağabeyim tek başına göreve gitti. Babam da beni Boyabat İnönü
İlkokulu’nda açılan hazırlık kursuna yazdırdı. Ben de, yeni evli olan
teyzemin yanına yerleştim. Öğretmen okulu sınavlarına kadar devam ettim.
Sınavları kazandım. Yıllar sonra hayalim gerçekleşiyordu. Benimle aynı
okulu kazanan bir köylümle birlikte, bir tahta bavulla Kastamonu Göl
Öğretmen Okulunda okumaya başlıyordum.
Kastamonu Göl Öğretmen Okulu
Öğretmen Okulu yıllarım çok başarılı gidiyordu. Kışları okulda, yazları
ise turistik bölgelerde çalışıyordum. Çalıştığım işlerin bana
kazandırdığı tecrübeyle derslerimin yanında sosyal yönümde
kuvvetlenmişti. Okuldaki etkinliklere katılıyordum. Okulda eğitim
öğretim de çok iyi idi. Öğretmen okullarında müzik, resim, beden eğitimi
dersleri diğer derslerden çok daha önemsenirdi. Ben de resim ve müziğe
ilgi duyuyordum. Beden eğitiminden derste yoklamada ben sorulurdum. Ben
varsam yoklama alınmazdı neredeyse. Lise bölümünde edebiyatı çok
sevdiğim halde fen bölümüne seçildim. Liseyi bitirmeden okul
imkanlarından yararlanarak mandolin, gitar, keman, piyano, saz gibi
müzik aletlerini az da olsa çalmayı öğrenmiştim. Okulda koro çalıştırıp,
arkadaş ve öğretmenlerimize konser verdik. Ben müzik aletlerini çalarken
arkadaşlarım bana bakar; “sen müzik öğretmeni ol” derlerdi. Birkaç
öğretmenimin tavsiyesi ve özellikle bir bayan müzik öğretmenimizin
okulda müzik dersinde bir kısım öğrencileri hep ikmale (bütünlemeye)
bırakmasının da etkisi ile müzik bölümüne şartlanarak lise bitince
yetenek sınavı ile İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Müzik bölümüne
kayıt oldum.
Seksen Öncesi ve Yeniden İstanbul
Bu arada liseyi bitirince İstanbul Sümerbank Bölge Müdürlüğünde hesap
memuru olarak devlet memurluğuna başlamıştım. Yazları turistik yerlerde
çalışma bitti, devlet memurluğu başladı. Memurluk o kadar kolay geldi
ki, işte hiç yorulmuyor, aksine boşta gibi oluyordum. Üç gün önce
İstanbul Feneryolu’nda bir restorandın bütün işlerini yapıyor,
garsonluk, mutfak işlerinden (salata, lahmacun ve pide malzemesi yapmama
rağmen) aldığım para cep harçlığıydı. Günde iki çuval soğan soyuyorsun,
sebze ayıklama … vesselam iş öğrenci için çok ağırdı. Bu işe bakarak
memurluk çok rahattı.
Gündüz iş, gece okula gidiyorum. Gece geç vakit saat onbir, oniki gibi
okuldan geliyorum. Sabah sekizde mesai başlıyor. Bölümüm müzik olduğu
için iş yerinde bazı arkadaşlar gibi ders çalışma imkanım yok. Hafta
sonlarında derslere daha çok çalışıyor liseden de aldığım müzik
bilgilerimle de diğer arkadaşlardan aşağı kalmıyor, derslerim gayet iyi
gidiyordu.
Yetmişli yılların ikinci yarısında öğrenci olaylarından bizim okulumuzda
etkileniyordu. Milliyetçi Cepheler, Ecevit Hükümetleri... alıyor
veriyor. Olaylar tırmandıkça tırmandırılıyor. Ecevit hükümetinin son
gelişinde okulu kapattılar. Bir müddet sonra açtılar, fakat siyasi
sebeplerden gece bölümlerini kapattılar. Benim gece bölümü kapanınca
memurlukla okul çok zorlamaya başladı. En sonunda işten istifa etmek
zorunda kaldım. Hafta sonları, arada derslerden boş kaldığımda
pazarcılık, düğün salonlarında müzik, ne iş buldumsa yaparak böyle böyle
son sınıfı da bitirdim. Fakat Eğitim Enstitüsünde son dönemdeki hayat
çok berbat, sıkıntılı oldu; ne zaman serseri bir kurşun isabet edecek
bilemeden serseri mayın gibi gittik, geldik. Okul okulluktan çıkmıştı.
Bizim müzik bölümünde yüz yirmi civarında öğrenci eğitim öğretim
görürken; bir anda müzik bölümü bile beş yüzü geçti. Her gün birileri
okula geliyor, öğrenci olduğunu söylüyordu. Eline bir müzik aleti
almadan çok kısa bir sürede okuldan gittiler. Onlardan bazılarına
Anadolu’da öğretmen olarak rastladım.
Okul bitti, ‘12 Eylül Seksen ihtilali’ oldu. Biz fazla beklemeden 15
Kasım 1980’de kur’a ile öğretmenliğe atandık.
Milli Eğitim
O berbat dönemin peşinden, 12.12.1980 tarihinde Gaziantep İmam Hatip
Lisesinde öğretmenliğe başladım. Gaziantep’teki değişik okullarda
öğretmenliğin ardından 1985 yılında Amasya Suluova Lisesine tayinim
çıktı. Beş yıl sonra 1990 da Merkez HEM ve Aso Müdürü olarak memleketim
olan Sinop’a atandım. Bir öğretim yılı çalıştıktan sonra, mahkeme sonucu
görevine dönen halef selefle yer değiştik. 12 Temmuz 1991 Cuma günü
Sinop’un en yakın İlçesi Erfelek Halk Eğitim Merkezi’nde göreve
başladım. 2003 yılına kadar görevimi sürdürdüm. Ekim 2003’te Sinop İl
Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevine geçici görevle getirildim. 2005 te
kadrom Sinop Eğitim Hizmetleri ve ASO Müdürlüğü’ne, orası Bakanlıkça
kapatılınca 2006 yılında da Sinop Merkez Gelincik İlköğretim Okulu’na
kadrom alındı. Şu an hala İl Milli Eğitim Müdürlüğünde şube Müdürü
olarak görevime devam etmekteyim.
Evliyim, biri erkek biri kız iki evlat sahibiyim. En büyük hayalim bir
köyde, bahçe içinde küçücük bir ev; bahçesinde çiçek, sebze, tavuk,
kedi, köpek ve bilhassa iki kovan olsun arı.. Şehre hastalanınca inmek
isterdim. Tabi bu yaştan sonra bu hayal ancak rüyada gerçekleşebilecek.
Şimdilik boş vakitlerimde edebiyatla ilgileniyorum. Arada dinlenmek için
müzikle de iştigal ediyorum. Bazen bir konsere gittiğimde “Tamam, yarın
çalışmalara başlıyorum” diyorum ama hala bir başlangıç olamadı. İnşallah
kimsenin rahatsız olmayacağı sakin bir bahçeli kulübede..
Şiir denmez ama yine de kelimeleri sıralayıp, bir şeyler karalıyorum.
Şiir okumayı ailecek sevdiğimizden o konuda meşgul olmamın önü
kesilmiyor. Hele kızım bulduğu kitabı “Baba sen bir bak, yeni aldım, ya
da arkadaşımın, senin için…” dediğinde ona çok seviniyorum. Onun
sayesinde eski alışkanlıklarımı unutmuyorum.
Görevlerim sırasında birçok projenin yanında, halkoyunları, tiyatro,
müzik, şiir konularında çalışmalar ve organizasyonlar yaptım. Meslek
hayatım boyunca hiçbir iş yapmamış olsam bile; Necip Fazıl KISAKÜREK
Yılı ve Mehmet Akif ERSOY Yılı ile ilgili öncülük ettiğim, bu
şairlerimizin şiirlerini okuma yarışmalarının verdiği haz diğer yaptığım
işlerin verdiği zevkin hepsinden fazla oldu.
Memuriyetim boyunca görevim esnasında özel sektör tecrübemden de gelme
hep “müşteri memnuniyeti” gözettim. Empatiyi hiç bırakmadım. Kendime
nasıl davranılmasını arzu ettiysem öyle davrandım. İnşallah
yanılmamışımdır. Öğretmenlik hayatımda istediklerimi idareciliğimde
bayağı zorlasam da uygulamaya çalıştım…